28 Kasım 2010 Pazar

Haydar yası..

Evet.. Ben şimdiden Haydar'ımızın yasını tutmaya başladım.. 
Annem yangın çıkmış dediğinde çok sevdiğim birinin ölüm ya da hastalık haberini almış gibi oldum..
Abarttığımı düşünmeyin lütfen..
Aramızdaki duygusal bağ çok büyük.. 
Yangın görüntülerine bakamadım.. 
Yalan..
Üç beş dakika baktım, o dalgınlıkla da pirinçsiz bi biber dolması yaptım..

En çok da canımı çatı onarımı sırasında yanmış olabilir söylemleri yaktı.. Hayır kimi kandırıyosunuz acaba?! 
O kadar mı salak görünen bi toplumuz ordan bakınca? 
5 yıldır gündemde olan çok sevgili projeniz daha 6 gün önce yeniden gündeme gelmişken birden çıkan yangının kaza olduğuna inanacağımızı nasıl düşünüyorsunuz?!
Çökme tehlikesi söylentilerini boşuna mı çıkarttınız? 
İnsanlar sabotaj demeye başlayınca nasıl bir anda çökme tehlikesi ortadan kalkabildi mesela?!

Nasıl olsa kimsenin gücü yetmeyecek bu yıkımı durdurmaya.. Nasıl olsa artık bahaneniz de var bir tarihi yok etmek için.. 

Şu anda oldukça bencil düşünüyorum.. 
İyi ki "o gün" yağmurluymuş.. 
İyi ki rengarenk balonlarımızla ordaymışız..
İyi ki bizim için haydar'ı daha da özel kılan anlarımız olmuş... 




Bugün burnuma gelen soba kokusunun senden gelmemiş olmasını dilerdim haydar'cım.. 
Yüzyıldır geçirdiğin yangınlar gibi bunu da atlatırsın inşallah..
"Yıkılmadan"..

24 Kasım 2010 Çarşamba

Zavallı bir araş. gör.'ün ilk öğretmenler günü..


Çok zavallıydı çokkk.. Daha zavallı bi ilk öğretmenler günü olamazdı..
Genel bir kanı var ya hani.. 
Üniversitede hocaysan öğretmenler günü seni bağlamaz gibi.. 

YOK ÖYLE BİR ŞEY.. 

Adı üstünde biz zavallılar da "öğretim elemanları" olarak öğretme işiyle meşgulüz.. Lütfen kurtulalım bu kavram karmaşasından, başka akademisyenlere yazık olmasın :P 

Şimdi her şey şöyle başladı.. Sabah bölümümüzün temizlik görevlisi kapıda sarılarak kutladı öğretmenler günümü ilk... "Minik öğretmenim beniiiiiğğğm" diyerek.. 
Oysa benimle yaşıt yeni bir araştırma görevlimiz daha vardı ama kimse onu "minik" diye sevmiyordu.. 
Neyse boyuttandır dedik, arkası da aynı "minik öğretmen" sıfatına eklenen kutlamalarla geldi.. Benim hocam olan, lisansta hatta lisede dersime girmiş insanlar öğretmenler günümü kutlarken, bi bomba bölüm sekreterimizden geldi.. "E hadi gel seni de öpiyim, sen de hoca sayılırsın!" HÖNK?!
Ulan! Yan odadaki 5 yaş büyük araştırma görevlilerinden farkım ne beniiiiim!? 
Neyse alıştık o hallerine, güldüm geçtim..
Arkadan bi telefon..

Sevgili kocam! Öğretmen olan annesine çiçek yollamıştık, gitmemiş, çiçekten sonra mı kutlasak, önce mi arasak şeklinde heyecan içinde sorularını sıraladı.. Amma ve lakin onun da aklına gelmedi kutlamak.. Hatırlatmaya çalıştım, "24 Kasım Öğretmenler günü işte, bizim özel bi günümüz değil ki.." dedi kendileri!.. Fesuphanallaaaah.. "Kocacım ben de öğretmen sayılırım amaaaağğ" yakarışımdan sonra utandı accık, üzüldü, kıyamadım =) 

Arkadan elinde bi buket çiçekle arkadaşım geldi! Heeeeeh dedim, ince arkadaşım benim, bi onun aklına gelir zaten! Kalktım gülerek, "Çiçekler bana mıııı?!" dedim... 
Ve arkası yine bi hezimet.. 
"Yooo, X hocama aldım, sana da alıcaktım ama ikisini birden taşıyamam diye vazgeçtim" dedi.. Arkadaşım! İnsan iki küçük buket alır, ya da X hocasına almaz, arkadaşının ilk örtmenler gününde alır.. Yooookk.. Akabininde çok sevdiğimiz bi başka hocamız geldi, "İnsan bari bize de yolardı bi iki  dal" sitemine canım arkadaşımın cevabı daha da korkunçtu!!! "Size yoluk yoluk verirsem X hocama yoluk çiçek mi götürücem!?!"
Ulan arkadaşım (bak nası uyuz olduysam aynı yazıda iki ulan kullandım)! X hocana yoluk çiçek vermemek için bize yoluğunu bile vermiyosun ya, aşk olsun! 

Arkadan çiçeğin sahibi X hoca diğer hocaların öğretmenler gününü kutladı, bana dönüp darısı başına demesin mi?!

Allahım bi günde bu kadar ezilmek reva mı?!

Hocam darısı başına dedi, kocam hiç konduramadı, en yakın arkadaşım yoluk çiçeğe bile layık görmedi, sekreter öğretmen sayılırsın dedi....

Annemm... O da unuttuuuuuuu!!!! İnsan kızının ilk resmi öğretmenler gününü unutur mu anneeeeğğğğ diye sitem ettim ona da.. Üzüldü kıyamam, o üzülünce ben daha çok üzüldüm..  

Ama günün finalini kocam kendini affettirme çiçeğiyle öğretmenler gününü birleştiren bi çiçekle aldı gönlümüüü.. =)))  Kıyamammm.. 


Cıııııkkkk! Bu kadar ezik olucaksa seneye 24 Kasım hiç olmasıııııın! =)))

15 Kasım 2010 Pazartesi

İşte sır gibi saklanan doğum günü hediyesi! =))

Malum, dün kocamın doğum günüydü.. Biz akşamın bi saatine kadar kutlama moduna girememiş olsak da küçük bi kutlama yaptık başbaşa.. 


Her şey sevdiceğimin ilk tanıştığımız günlerden beri kurduğu bir cümleyle başladııı.. ''Senin bi minyatürün olsa keşke, karşıma koysam'' derdi hep.. Ben de nasıl yapsam diye düşünürdüm ama olabilir bi istek gibi gelmezdi...

Ama olabiliyormuş! =) 

Bloglar sağolsun, bi gün ordan oraya gezerken Senin Bebeklerin'i keşfettim.. Kişiye özel örgü bebekler, maskotlar, figürler üretiyor Dilek hanım.. Tamamen el yapımı bebeklerinizin yapılabilmesi için birkaç fotoğraf göndermenizmeniz yeterli.. 


Sonuç mu?! İşte böyle.. 







Ortalama 15-20 günlük bir üretim sürecinden sona alıcı ödemeli bir şekilde kargolanıyor bebekleriniz.
Fiyatla ve diğer ürünlerle ilgili bilgiyi Dilek hanımdan edinmek mümkün.. 

Nasıl?! 
 Şirinler değil mi?
=)

Biz bebeklerimizi yerimize bıraktık, Denizli'ye bayramlaşmaya gidiyoruz..
Bu sefer bol fotoğrafla değil, bol bol seminer hazırlığıyla dönerim inşallah.. 
Zira fotoğrafla dönersem bilin ki seminerde fıkra anlatma şeklinde şansımı denemek zorunda kalabiliriiim! =)

Herkese iyi bayramlar..=)

14 Kasım 2010 Pazar

Az önce kocam doğduuu!..


Sevgilimin doğum günü bugün.. Yani son 35 dakikadır.. 
Kutlayanı olsun diye yazmıyorum.. 
Maksat kocacım biraz heyecanlansın.. 

Çooook güzel bi sürprizim var onun için.. Yoğun bir fikir alma döneminden sonra hazırlandı.. Şu an açık açık söyleyemesem de yarın gece paylaşıcam herkesle.. Ama önce kendisiyle.. 

Sevgilimmm... Düşünüyorum da kutlama cümleleri eksik kaldı bu gece.. 
Sadece.. 
İyi ki varsın falan az sana.. İyi ki hayatımın ta kendisisin.. 

Seni seviyorum...


12 Kasım 2010 Cuma

Sekiz artık bizimle.. =)

Aslında  bi çanak çömlek yapım postum kalmıştı ama Kapadokya maceraları beni bile baydı.. 
Ööööf yeter dedim..
Boşverin şimdi siz onu!
Bu hafta evimizin yeni bir ferdi oldu.. 
"Sekiz"
=) 

8 bizim için özel bir sayı.. O kadar ki "birilerinin" bile 8'i oldum tesadüfen.. =))  
Hem bu özellikten hem de tipi benzediğinden Sekiz koyduk adını.. 

İşte "Sekiz" bu.. 

Allahım ne korkunç bi fotoğraf olmuş =) Okulda bu kadar oldu ama..  =) 

Kendisi ayın 8'inde geldi bana.. 
Ayçi'nin aldığı bambudan sonra -ki onun da adı eylil- ikinci canlım kocamdan... 
Bir Bonsai!

Çoook anlamlı bi hediyeydi benim için.. 
AMA..

Ben nasıllll bakarım bi bonsai'ye?! Kendisi çiçek bakımında "advanced" düzeyde bi çiçekmiş!
Kabusum oldu, bu kadar anlamlı bi çiçeği öldürmemeliyim.. 
Artık ismi de var, duygusal bi bağ da kurduk.. 

Bambu'nun etkileri yeni geçmişti oysa ki.. Alışınca "Seni yaşatıcam" modundan çıkmıştım.. 
Şimdi tekrar o haldeyim.. 
Biri beni kurtarsıııııınnnn! =)

Ama Sekizcim sen  üzülme, seni yaşatıcam :P

6 Kasım 2010 Cumartesi

Kapadokya'da ikinci gün..

Biraz gecikmeli yazıyorum bu postu.. Aslında bugün de başka şeyler yazasım vardı..
İKEA'yı yağmalamamız gibi.. =)
Ama biliyorum ki başka şey yazarsam birileri beni gebertebilir.. =))
Neyyyyse.. 
Kapadokya'da ikinci günümüz en olaylı ve gergin günümüzdü.. Daha önce de söylemiştim bir rehber faciası yaşadığımızı ama en bombası ikinci gündü! 

Sabah gayet pozitif başlamıştık güne.. Dinlenmiştik, tatildeydik falan..  İlk durağımız Hacı Bektaş Veli Müzesi olacaktı. Dinler tarihinden ve mezheplerden bahsetmeye oldukça meraklı rehberimiz Protestanlıktan girip Alevilikten çıkana kadar uzuuun bi yol geçti.. Konuda yapılan güncel gaflara değindi, müze girişindeki aslanlı çeşmenin hikayesinden bahsetti ve müzede 30 dakika otobüslerin yanında buluşmak üzere "serbest" zaman verdi.. Ardından da kültür merkezinde Semah "gösterisi" izletmek istediğini sadece 20 dakika süreceğini, herkesin görmesi gerektiğini söyledi.. Gösteri olarak Semah'ın 20 dakika süremeyeceğini mesleki olarak gayet iyi bilen bendeniz, kıllanmaya başladım..

Neyse dedik, müzeyi gezerken eğlenceye vurduk işi .. İnsanlar huşu içinde başlarını örtmüş gezerken biraz utandık galiba ama orası bir ibadethane değil, müzeydi.. 



Benim gibi bi kapı aşığı için güzel anlardı.. Taaa kiii.. 


Taaa kiii müzeyle ilgili pek çok önemli bilgiyi başka turların rehberlerini dinleyerek "kazayla" öğrenene kadar!.. Bizimki ortada yoktu ve rehber olduğuna inanıyordu.. Süre bitince Kültür Merkezi'ne gittik.. Bi de ne görelim?! "İnanç Önderleri Sempozyumu" yazıyordu! Yani ortada gösterinin ötesinde bir şey vardı.. Protokol konuşmalarının bitmiş olduğunu, izleyip çıkacağımızı söyledi.. Ancak biz girdik, saygı duruşu, konuşmalar vs ile yarım saat geçti.. Turun yarısı protesto amaçlı salonu terk ettik ama rehber bu tepkimizi anlamamazlıktan geldi!!! Ortalama 1 saat sonra yanımıza geldiğinde sinirden delirmek üzereydim. Üstelik konuşmalardan onlar da hiçbir şey izleyememişlerdi.. Zaman yetersizliğinden yakınan ve programda yazılı olan yerleri gezdirmek yerine günün yarısını boşa harcamış olan rehberle daha da gerildik! 

O gerginlikle Deliklitaş'a gittik.. İnanca göre 40 gün 40 gecelik çileden sonra arınmış ruhların geçebildiği küçücük bir delikti! Ama benim arınmak şöyle dursun rehber sayesinde ruhumun ne durumda olduğunu Allah bilirdi.. Haliyle geçmeyi denemedim bile.. Hacim olarak da geçmem mümkün görünmüyodu ya.. Neyyyyse :P



Öğlen yemeğine de giderken hırsım geçmemişti, geçmicekti de.. Ama yemek güzel geçince biraz sakinleşir gibi oldum.. =) Yemeğe gittiğimiz yer de güzel olunca öğleden sonraya güzel bi başlangıç yapmak istedik.. 




Ve nitekim öğleden sonramız güzel geçti.. 
Göreme Açık Hava Müzesi'ni gezdik ki sanırım turun ennnn görülesi yeriydi.. =)






Bütüüün bi öğleden sonrayı Göreme'de geçirdikten sonra bi dönemin fenomeni Asmalı Konak ve Turasan şarap fabrikasında şarap tatmaya gittik.. Asmalı Konak artık bir türbe diyebilirim.. Kapıdaki kuyruk ve dizinin esas oğlanının odasındaki demir parmaklıklar türbeyi çağrıştırıyordu.. Toplanmış halılar, rutubet kokusu.. Şimdi bile bu kadar yoğun ilgi olduğuna göre bi dönem oldukça iyi para kırmış olsalar gerek.. 



Vee günün sonu.. Şarap fabrikası.. Şaraptan da önemlisi, orada ilkokul arkadaşımla karşılaşmış olmam ve ilkokul arkadaşımın arkam dönük olduğu için beni kocamdan tanımasıydı.. Oysa yüzyüze bile görmemişti.. =)) 
Görsel hafızasına hayran kaldım arkadaşımın.. 


Günün sonunda kıssadan hisse: 
Tur rehberini kendin seç, ya da rehbersiz git! =)

5 Kasım 2010 Cuma

Gündem değişikliği... "GÖRÜNMEZ" Kaza!!!

Yani şu anda ben de isterdim "Kapadokya'da ikinci gün" postu yazmayı.. Ama olmadı! Gündem oldukça ilginç bir şekilde değişti.. 
Günün sonunda ben de "normal" şeylerle karşılaşmak istiyorum Allahımmm çığlıkları atmak üzereydim.. 
Yani vallahi yaşanan şey "garip" ama ben masumum.. 
Görünmedi kaza!
Her şey şu bi buçuk ay önceki gribimden beri geçmeyen öksürüğüm yüzünden oldu!
Ya da kolyem yüzünden.. 
 Bilemiyorum.. 
Çok masum bi şekilde doktora gittim..
Sıramı beklerken anneme su vermek için yerimden kalktım. O sırada çok dikkatli annem evden çıkmadan önce değiştirdiğim kolyemi farketti ve ben yürürken "Senin o kolyen nasıl kısaldı?!" dedi..


Haklıydı.. İki kolyem de tahta boncukluydu ve birbirine benziyordu.. 
"Kısalmadı, o evd.........." diyebildim sadece!
Gerisini hatırlamıyorum!!!
Sadece son derece kuvvetli bir DARBE!
Evet..
Benim gibi yürürken önüne bakmayan başka bir adam ile kafa kafaya ÇARPIŞTIK!
Sonra ben bununla yetinmedim.. Adam öyle bir çarptı ki, feleğimi şaşırıp bi de duvara vurdum zavallı kafamı.. 
Gerisi kafamın etrafında öten kuşlar, dönüp duran yıldızlar falan.. 
Sonra etrafta bir panik havası.. 
"Hanımefendi iyi misiniz, aman oturun, su için, nefes alın" cümleleri..
Annemde bir şaşkınlık.. Ben de bir gülme krizi! 
Gözümden acıdan yaş akıyor ama ilginç bir şekilde GÜLÜYORUM! =) 
Ama gözüm bi garip, göremiyorum, sersem gibiyim falan.. 
Elimi kafama bi attım yumurtadan hallice bir şişlik! Hemmmen çocuk polikliniğinden bi buz torbası geldi.. 
Sonra bi baktım, ben elimde buz torbası ööööyle otururken çarpıştığımız adam geçti. 
Ulan! Adam da hiçbir şey yok! Hayata dönmüş, muayenesini olmuş falan.. 
Bi kızarıklık bile yok kafasında!
 "Taş" gibi maşallah!
Elimi kafama atıyorum, benimki şiştikçe şişiyo! 
Hastasından hostesine herkes gülüyo, geçmiş olsun diyo falan.. 
Göğüs hastalıklarına girdim öksürük muayenemi olmak için, kadın hemen acile gidin demesin mi?!
Annemin de içine kurt düşmüştü zaten sersem sersem yürümemden..
Soluğu acilde aldık!
Acil asistanlarına anlatıyorum, hepsi yüzünde bi gülümsemeyle çıkıyorlar müşahade odasından.. 
Doktor geliyor.. "O trajikomik hasta siz misiniz?!" diyor!!! 
Gülümseyerek hatta kopmamak için kendini zor tutarak muayane ediyor.. 
Kafa grafisi için röntgen odasına giriyorum, "Acil hastası siz misiniz?!" diyip gülümsüyor röntgenci! 
Ya sabır.. 
NEYSE!
Çok şükür kafamda çatlak patlak çıkmadı.. Ama çarpmanın etkisiyle gayet güçlü bi ağrı vardı kafamın sağ tarafında ve ağrı kesici içmem yasaktı.. Dahası, gece boyunca uyumam da yasaktı.. 
Annem ve eşim dikildi başıma uyumicaksın diye.. 
Gece ikiye kadar oturtulup, sonra da her saat başı yaşıyo muyum diye kontrol edildim!
Sabah hiç olmicak sandım..

Asıl bomba başta kocacım ve ayçüü olmak üzere çevremdeki herkesin aynı soruyu sormasıydı..
"KAFA KAFAYA ÇARPIŞTINIZ YA, ADAM O KADAR KISA MIYDI Kİ?!"
Dün gece bana aynı soruyu soran 30. talihliye ödül vericektim ama 28'de kaldık!
Evet ben 1.59'luk bi insan olarak kısayım ama Türk standartlarının çok da dışında değilim! Standart dışı olan o adam! 
Üstelik karısı da kendisinden uzundu!

Bu konuda dönen esprilerle ilgili de kitap yazmayı düşünüyorum.. Ben olmasam kimsenin eğleneceği yok zaten!  
Hayatınızın rengi yok bensiiiizz! =))


Bi de.. Duymayan bi sağır sultan kaldı, onun için yazdım bu postu.. 
O da okusun, haberi olsun..
=)

3 Kasım 2010 Çarşamba

Kapadokya'da ilk gün.. =)

 Pek tatlı gidememiştik Kapadokya'ya malum.. Hele o akşam nasıl bir yağmur vardı anlatamam..  Hatta hiç gitmesek evde otursak dedim otobüsü beklerken. =) Ama gittik.. 
Gidiş hiç sorun değil inanın..
Asıl sorun Kapadokya'nın kendisi..
Gez gez bitmiyor..
Haliyle şu anda da anlat anlat bir posta sığmıyor.. Çünkü çokça rehber dedikodum var gezi anıları dışında.. O yüzden bu ilk gün postum.. Arayı açmadan iki ve üçle burada olurum.. =) 
Neyse efendim.. Kapadokya üç günlüğüne gidilecek bir yer değil! Sindire sindire gezilmesi gereken bi yer.. Biz aksini yaptık.. Zaman kullanımında oldukça başarısız bir rehberle 3 güne sığdırmaya çalıştık!
Otobüsten otele ayak basmadan gezmeye başladık ilk gün. Allahtan otobüse biner binmez uyuyanlardanım da, sorun yaşamadım pek.. İlk durak Ihlara Vadisi'ydi.. 


Bi otobüs dolusu yorgun insana 400 basamak inip çıkacağımızı söyledi rehber.. O an sorgulamaya başladım bu yolculuğu ama çok geçti sanırım.. Rehbere için için ilk gıcık olduğum anlar da o anlardı aslında.. Çaktırmadım.
Çünkü iniş rahattı ve manzara muhteşemdi.. 





Taa kii...
Grubu kaybedene kadar.. 
Daha doğrusu grup bizi kaybedene ve ruhları duymayana kadar.. 
Bütün ETS rehberleri avaz avaz bağırıp grupları toplarken bizimki sessiz sessiz çekip gitmeyi tercih etmiş. Kiliseleri gezdiriyomuş meğer.. Biz de kendilerini aradık koskoca vadide.. Neyse bulduğumuzda tam bir sinir küpüydük! Böyle rehber olmaz olsundu falan.. Neyse sakinleştirdik birbirimizi ve adamı tura şikayet etmeye karar verdik. Ama 400 basamak çıkmak vardı şimdi.. Hırsımı basamaklardan çıkardım sanırım.. =))

Kaybolmuş olmayı kendime yedirememiş olsam gerek, bir poşet de kabak çekirdeği aldım hırsımdan.. Kapadokya bölgesinde süt ve tereyağında kavrulurmuş kabak çekirdekleri.. Ve kabak dedikleri aslında küçük kavun gibi kabaklarmış.. 
İşte bunlar..

Hırsımdan aldığım çekirdekleri yemeyi bile unutmuşum o gün!
Neyyyssse..
Saat öğleni çoktan geçmişti, biz açtık ve rehber yemek yerine bir yeraltı şehrine götürdü bizi.. Sağ olsun astımı olanlar, karanlıktan korkanlar, şunlar bunlar girmesin dedi rehber.. En son da "Bence UZUN BOYLULAR da girmesin" yorumunu yaptığında herkesin sıtkı sıyrılmıştı zaten.. Hadi ben 1.59 olarak sorun etmedim ama benim zavallı kocam ne yapsındı?!
Girdik tabii ki.. 


Kısacası bi mezar, bi metro inşaatı gibiydi.. Ben diz kapaklarımı, eşim de ayak parmaklarını  öpme pozisyonuyla çıktık bu tünellerden ve yine bi sürü merdivenden.. 

Kapadokya'ya gidiyorsanız milyonlarca basamak çıkmaya hazır olmalısınız efendim.. 3 günlük tecrübelerimin en önemlilerinden biri bu!

Hiç yemek yiyemicez, Allahım açlıktan ölücez burda derken rehber yemeğe gidiyoruz dedi.. Sevindim ben de.. Saf gibi!
Adam bütün gün yemek yiyeceğimiz yer Hanedan Restaurant dedi, tur programında da öyle yazıyodu. Biz uyku sersemi indik otobüsten.. Gruptan birilerinin peşine takıldık. Bakıyoruz Hanedan Restaurant diye bi yer yok, rehber hiç yok! Güç bela ikinci rehberi bulduk, bi de ne görelim?! Müzede yemek yiyomuşuz, hanedan manedan yokmuş!
Kendi kendine karar değiştiren rehber, ben küfür ede ede yukarı çıkarken bizi gördü. "Hanfendiciiğğm nerrrrdesiniiiz?!" dedi.. Ben de şalter atıp "Kusura bakmayın ama asıl size sormalı, nerdesiniz siz?" diyince "Ama ama ben Recebi bırakmıştım aşağııııı" dedi.. Recep sağolsun müzenin içinde beklediği için görememiştik..  Ah o rehber.. Mahvetti tatilimizi! 

Neyse asıl söylemek istediğim yemek yediğimiz yerlerin hem kendileri, hem yemekleri süperdi.. Kapadokya'da üç güzel mekan tavsiye edebilirim isteyenlere artık.. İlki müzeydi dediğim gibi.. Yöresel döşenmiş odaların ve maketlerin arasında yedik yemeğimizi.. =)


Yemek çıkışı fotoğraflara daldık yine.. Kapadokya'nın her köşesinde görülecek, söylenecek bi şey var, bu post nasıl biter bilmiyorum.. Yemek sonrası etrafı gezdik biraz. Muhteşem kurutulmuş meyve satan tezgahlar vardı.. Bir de ehliyetine kavuşmasına günler kalan annem için çektiğimiz şu tekel bayii.. 




İlk günün son durağı bir Onyx atölyesiydi.. Kapadokya'nın önemli taşlarından..Usta iki dakikada bi yumurta yaptı kiiii ağzımız açık kaldı.. Sonrasıysa alışveriş faslıydı ama yorgunluktan kimsede hal kalmamıştı.. =)


Artık otel bizi çağırıyordu! Ve bilin ne oldu!..
Hadi bi tahmin..
YAĞMUR BASTIRDI!
Bu yağmur beni çok seviyor biliyorum ben neredeee o orada..


Otele gelinceee.. 4 yıldızlı ama konum olarak çoook güzel bir oteldi. Göreme Açık Hava müzesinin dibinde, hep o peribacamsı kayaçların içinde, şirin bi oteldi..

Tourist Otel..

Veeeee gidemediğimiz bir bar vardı yakınlarda.. Son derece sempatik görünüyordu dışardan..
O da şu;
FLİNSTONES CAVE BAR! =)


Son olarak.. Buralarda yokken bir ödül almışım ben fark etmeden =)
Cido'ya teşekkür ediyorum..
Gereken en kısa zamanda yapılacaktır :P