31 Ağustos 2010 Salı

Ayçi'yi anlamak!..

Evet.. Şu an çok iyi anlıyorum onu... 
Her gün farklı kişilerden farklı şekillerde aynı soruyu duyuyorum ve sanırım sıkılıyorum... Yetmiyor, aldıkları cevabın hep aynı olmasına rağmen aynı kişiler aynı soruları tekrar tekrar soruyorlar ve onlar benim sıkıldığım bu aynılıktan hiiiç sıkılmıyorlar.. 

-Evlilik nasıl gidiyo?
-Eeeee... Evlilik nasıl gidiyo?!
-Eeee nasıl gidiyo bakalım evlilik?

Hemen hemen 2 ay önce ayçi böyle bi post yazmıştı. Demek ki evliliğin yaklaşık olarak ikinci ayı bu tür sorulardan sıkılma ayı... Anladım bugün onu.. 
Az önce tatil nasıldı sorusunun peşine "Eee bu arada nasıl gidiyo bakalım evlilik?" sorusunu ekleyen arkadaşım son damla oldu... 
Gitmiyo demek istedim ona.. Bir yere gittiği yok! 52. günümüz bugün. Gitmiş olsaydı mevlüt bile okutabilirdik ardından ama yerli yerinde çok şükür..
Bir kısmı laf olsun diye soruyor,  bir kısmı da haala benimle evliliği bağdaştıramadığından.. 
Kiminin yüzünde hal hatır sormanın sonuna eklediği için meraksız bir ifade, kiminde ise inançsız ve meraklı bakışlar..
Aldıkları cevaptan da genellikle tatmin olmuyorlar zaten.. "İki ay daha geçsin ben seni görürüm", "Seneye görüşürüz", "İki sene sonra yaka silkmeye başlarsın"... 
Kötü evlilikler illa ki var.. Özellikle son zamanlarda yeni evlilerin bile yaşadığı sorunlara yakından şahidim.. Evet, bizim evliliğimizin 5-10 sene sonrasının garantisini de kimse veremez belki.. 
Ama nedir bu "Bizimki boktan gidiyo, seninki de öyle olacak!" çabası?!
En sağlam evliliklerin bile tartışmalı, fırtınalı zamanları, zor günleri olabileceğinin bilincindeyim ve sandıkları kadar da toz pembe bakmıyorum hayata,evliliğe.. Düşündükleri kadar gözümde de büyütmüyorum... İki kişilik düşünmekten başka bir yükü olmadı üstümde ki bu bi yük mü sabaha kadar tartışabilirim de.. 
Ama iyi bir şeye sırf onlar istedi diye kötü diyemem..
Onların kötülemelerine de kulak tıkayamam!

Mesela bu ara sağlıklı besleniyoruz.. Daha doğrusu dışarılarda buluşmaktan iki senedir oldukça abuk besleniyorduk, normal bir yeme düzenine kavuştuk. Buna bağlı olarak zayıflıyoruz.. Sağlıklı sağlıklı.. 
Geçen hafta canım kocamın arkadaşları "İmza=artı 5 kg ama sen zayıflamışsın. Ne iş?! Yemek mi yapmıyo?!" diye buyurmuşlar! 
İlk sabahımızdan beri fil gibi yediriyorum ama kilo veriyoruz arkadaşlar, içiniz rahat olsun.. Sevdiğim adamın Afrikalı çocuklara benzemesi ve hatta açlıktan ölmesi takdir edersiniz ki benim de işime gelmez!

Bu yüzden

ve

   Lütfen!.. 

Siz o güzeeel kafalarınızı yormayınız.. Çoğu çift gibi bizim de dileğimiz, fotoğraftaki gibi buruşana kadar beraber olmak.. Gayet iyiyiz biz.. Negatif düşüncelerinizi üstümüzden çekerseniz daha bile iyi olabiliriz! 
=)

30 Ağustos 2010 Pazartesi

İstanbul "Moda" Haftası


Herkes bi ucundan kendini İstanbul Moda Haftasının akışına kaptırmışken, Moda Haftası haberleri dört bi yanı sarmışken biz de kendi "Moda" haftasonumuzu yapalım dedik.. 
Moda bizim için bi hayli özeldir.. Ne zamandır gidememiştik..

Gerçi en son Nisan'da Ayçiyle buluşmuştuk fotoğraf detaylarını konuşmak için.. Benim için detay bahaneydi ya, neyse.. =) O gün tek kare fotoğraf çekmediğimize pişmanım şimdi.. =)
Ne diyordum!? Moda! 
Sevdiceğimle önceki sene ilk kez bi Mart akşamı tartıştıktan sonra gitmiştik Moda'ya..(nereden hatırladığımı düşünür şimdi, biliyorum..) İkimiz de gayet sessiz ve suratsız yürümüştük..
Ama sonra hep ennn mutlu günlerimiz geçti Moda'da.. Sabah saat 8'de buluşup, elimizde termoslarımızla dünyanın yolunu yürüdük.. Kiralamayı çok istediğimiz o evin önünde defalarca kahvaltı ettik, hayaller kurduk..
Evin önündeki bank bile evimiz oldu sanki!

Evlenme teklifimi Moda'da aldım.. O günü hatırladık da, deli gibi fırtına vardı yine.. Bir gün öncesi bol güneşli olunca sevgilim bana inanmamış, açık bir yer ayarlamıştı..  Oysa ben daha bi tane bile günlük güneşlik 13 Ekim görmemiştim.. Fırtına eşliğinde yemek ve teklif sonrası bankımıza gitmiştik.. Bir video çektiğimizi hatırladık ve izledik bugün.. Allahım o ne fırtınaymış ve biz inatla bankımızda oturmuşuz.. =)) Düğüne şaşmamak lazım, oldukça bereketliyiz bu konuda.. =))

Bu da "O" günden bi kare.. 


Neyse.. Bugün Moda!
Bir ramazan günü daha orucu yedik.. Ben midemden dolayı zaten tutamıyorum ama tutan adamı da yoldan çıkardım.. Yetmedi, bi de diyeti bozdum.. Ayçiyle gittiğimiz yere gitmişken aynı kahvaltıyı etmesek çatlardık ama.. Ritüel haline getirebiliyoruz bazı şeyleri..





 Bankımızda ve çevresinde fotoğraf çektik bol bol.. Tam anlamıyla bi Pazar keyfiydi ve biz uzuuuuunn zamandır böylesini yapamamıştık.. =)



Geri dönüş yolunda bi lise duvarında aşağıdaki çiçek fotoğraflarına rastladık, şebeklik yapmasak olmazdı..


Sapa'ya gidelim dedik ama Mehpare teyze biz gelmiyoruz diye midir nedir, açmamıştı.. Bir ritüel daha yerine geldi, kapıda kaldık! =)) 
 Böylece yeni açılan bi yer keşfettik Kadıköy'de ve fenerlerini çoook sevdik! =)


Eve dönmeden önce annelerimiz için hazırladığımız sürprizi tamamlamalıydık, kolları sıvadık ama günün sonunda birazcık (!) yorulmuştuk..

Geçen iki senedeki performansımızla bugünü kıyasladık da, sokaklar yormuş bizi..  =)

26 Ağustos 2010 Perşembe

Sabah çağrışımları.. Ve Eylil.. =)

Bu sabah beynim eskilere gitmeyi yeğledi, ben de tutmadım kendisini.. Ama teee lise günlerinden düğün gününe kadar geniş bi yelpazeye sahipti çağrışımlarım!
Şöyle başladı;

Sabah seslerini severdim ben bir zamanlar.. Sessizliğini de.. 
Bir zamanlar ama..
Sırf o sessizliği dinlemek için sabaha kadar otururdum, sesler başlayınca yatağa atardım kendimi.. Ortaokul ya da lisede falandım herhalde..
Şimdi akşamın 9'unda gözüm yatağa bakıyor!
Ne zaman bıraktım diye düşünüyorum da, bunun cevabını en iyi elma'm (irem) bilir sanırım.. Zira onunla tanıştığımızdan beri sabaha kadar oturalım diye yalvarıp ilk uyuyan ben olurum! Hiçbir filmin sonunu getiremem ama uyanınca ilk iş filmde ne olduğunu sorarım! Bazen sohbet ederken içkisine ilaç atılmış türk filmi kızları gibi cümlenin yarısında bile uyurum! Büyük dalga konusuyum yani.. 

Bu sabah uykumu almış uyandım biraz.. 
Biraz ama! (saat 9'da sızıp sabah 7'de kalktığım halde biraz!)
Sessizlik değil, koşturma vardı uyandığım saatte.. Odasında sabahı izleyen/dinleyen değil, koşturmanın tam içinde olandım.. Haliyle aynı zevki alamadım..  Yatak beni çağırdı, gidemedim!

Servise binip Ego'yu açtım ben de.. Pek ayıltıcı bi şarkı olmadı ama Ayçi'm ve Ceyda'm geldi aklıma.. "O" günü düşündüm sonra.. Düğünden çok gün içinde eğlendiğimizi düşündüm.. En son düğün gecesi-daha doğrusu- sabahı arkadaşlarımızı sabah ezanıyla uğurladıktan sonra  sabahın aynı o zamanlarki gibi geldiğini hissettim..Köprüye geldiğimizde mucizevi bi şekilde hala uyumamıştım ve uzuuun zaman sonra ilk defa bu sabah üşüdüm! =)) Üşümek hiiiç bu kadar mutluluk verici olmamıştı.. =)) 
Gel Eylil gel..



p.s. şöööyle güzel bi eylil fotoğrafı aradım ama bulamadım kiii..
zamanın ötesinden gelen edit: yeni bölüm başkan yardımcımız 
kendi kendine geldi ve...
"yarın sana izin veriyim mi?" dedi!!! 
hayır desem olmazdı sanırım.. =))))

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Body Worlds "Yaşam Döngüsü"

Geçen haftadan beri aklımda, bir türlü vakit bulup yazamadım şunu! Efendim geçen Cumartesi annem, kocam ve ben Body Worlds denen ceset sergisine gittik.
Evet evet, ceset sergisi!
Annemle teyzemin gazetede okuduyup, ayıla bayıla gitmek istedikleri mekan ve etkinlikler hep biraz gariptir zaten.. 
İlk duyduğumda "hee" deyip geçmiştim ama hakkında o kadar övgü duyunca hadi gidelim dedim.. 
Neyse..
Body Worlds aslında ölü bedenlerin gönüllü olarak bağışlanmasıyla oluşturulan ve estetik kaygı gözeten bir anatomi çalışması. Estetik konusunda bazı şüphelerim var ve o yüzden ceset sergisi diyorum sürekli ama bir yanıyla etkileyici bir çalışma kabul ediyorum. Sergiyi hazırlayan kişi Gunter von Hagens Plastinasyon adı verilen ölü bedenleri koruma yönteminin mucidi. Bu yöntemle ölü bedenleri forma sokup, kas, iskelet, damar sistemlerini, organlarını, derilerini bir nevi mumyalıyor ve sergiliyor.

Bir bakıyorsunuz, karşınızda basket topu sektiren, satranç oynayan, jimnastik yapan bir ceset.. Hatta ata binen iki ceset... Yetmezse kocaaa bir zürafa... Hem de bütün iç organlarıyla.. 
Gunter von Hagens Plastinasyon konusunu o denli abartmış ki, dünyanın pek çok yerinde aynı anda farklı sergileri var. 
İstanbul'dakinin adı Yaşam Döngüsü.. Adından anlarsınız, yaşamın ilk evresinden başlıyor: embriyolardan!!!
Girer girmez gördüğüm embriyolardan sonra-özellikle 8 haftalık olan-hiçbir plastinat beni büyüleyemedi. Evet güzel hazırlanmışlardı, insan bedenini benim gibi kan vs. görmeye dayanamayan biri için bile etkileyiciydi ama o embriyolar.. 
O an bi his geldi.. Kuru fasulyeden küçük o şeyin organları olduğunu bilmek doz aşımına uğrattı beni.. Kariyeri, "dur bi gezelim tozalım"ları, "daha biz kendimiz çocuğuz"ları herşeyi bi kenara atıp doğurasım geldi.. 
Ama neyse ki çabuk geçti! =)
Ceninler birazcık üzücüydü.. Bebeklerin ölü olduğunu görmek içimi burktu..
Hatta tepki topladığı için islami ülkelere anne karnındaki cenini getirmiyorlarmış. İnternetten baktım, abartılacak bir şey yok ama estetik olmadığı da bir gerçek!
Sergideki en ilginç detaylardan biri, bedenlerden alınan kesitlerdi.. Ve hatta o kesitlerin alınış yöntemi!
Bu işi yapmak için sanatçıdan çok biraz cani olmak gerektiğini anladım o an.. 

Bir de hayatım boyunca zürafaları bi daha o kadar zarif ve sevimli bulamayacağımı..

İlgilenenler için sergi Aralık ayına kadar devam ediyor..

20 Ağustos 2010 Cuma

Yaz biterken insanın canı tatil çekerse...

Sanırım şu aralar bunaldım.. Balayının yetmediğini fark etmeye başladım..
Herkes için öyledir ama bu sene korkunç yorucuydu benim için.. Geçen sene anneannemin her geçen gün kötüleşen sağlığı, mezuniyet, yükseklisans sınavı, evlenmek için annemi ikna turları, sonrasında dersler, evlilik ön hazırlıkları (benim için fazlasıyla geleneksel bir süreç), tam nişan arefesinde açılan kadro, finaller, kısa ama yoğun bir kadro sınavı hazırlığı,  sınavın kendisi, sonuç bekleme stresi veeeee en çok istediğim işe başlayış.. Her şey artık daha kolay derken uzaktan  güzel görünen akademik hayatının cilveleri, nişan, ev kurma telaşı (bulması, tadilatı, boyası, döşemesi...) ve tekrar finaller... Ardından iş açısından korkunç stresli günler.. Tam bunların ortasında nikah... Sonra hiçbir şey olmamış gibi işlere gömülme ve sonra düğün... 
 Şubat ayında işe başladığım ve bir senem dolmadığı için ancak resmi evlilik iznini kullanabildim.. Eşim de iş değişikliği yüzünden aynı şekilde.. Haliyle 5 günlük bir bal"ay"ı bunca yorgunluğa nasıl yetsin?!
Yazın geri kalanını da bomboş bi okulda yalnız geçirdiğim için daha da bunaldım.

Kaçasım var bugün...
Küçük bi yer olsun, sessiz olsun, sadece deniz olsun istiyorum.. 
Bi de tabii canım eşim olsun...

Yeni akademik yıl bizim için dün başladı.. Eleme sınavlarımız devam ediyor. En civcivli dönem yani! Bizim için yaz bitti.. Yorgunluğun üstüne yoğunluk gelince daha da bezgin ve halsiz hissediyor insan kendini (galiba)..
Aklımda Bozcaada var.. Gözüm takvimde, haftasonlarını sayıyorum.. Hangisinde gitsek hayalleri kuruyorum... 

Acaba hangisinde gitsek?!

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Bahsetmemeliyim diyorum, olmuyor! Anneeee kocam meşhur oldu! =)

Ya bakın gerçekten kendisinden bu kadar çok bahsediyor olmaktan rahatsızlık duyuyorum bazen.. Yapmacık gelir insanlara sus diyorum kendime ama mecbuuuuruuum! 
Sevgili kocamın engellenemez yükselişi devam ediyor! 
Kendisi fazlasıyla Türkçe'ye önem verir. 
Arkadaşlar arasında TDK A(li) R(ıza) K(onan) olarak anılır, o derece..=)
Geçen Ocak ayında ikinci evimiz Sapa'da gazete okurken yine böyle bir şeye takılmıştı..
Haberde Arnold Schwarzenegger'den "aktrist" olarak bahsedilmiş. Bizim bey de buna çoook gülmüş,"Koskoca aktöre aktris demişler, onu da yanlış yazmışlar yahuuuu" diye dalga geçmişti..
Bununla kalmamış, yememiş, içmemiş (ya da yemiş içmiş, bilmiyorum) gazeteye okuyucu yorumu yollamıştı.
Ve bugün cevabı gelmiş! 
İşte burda;


Bu arada evde hala Cumartesi lanetleri devam ediyor.. Haftasonu yoğunluğundan yazamadım; bu sefer de çift camın teki çatladı orta yerinden..  Ona da nazar dedik geçtik ama, bu gidişle bir yıl olmadan ev elimizde kalacak diye korkuyoruz.. =)

13 Ağustos 2010 Cuma

Veeee.. yakalandım! =)))


Aslında bu bloga sevdiceğime, bana, "biz"e dair bir şeyler yazıp, sonra O'na sürpriz yapmak istemiştim amaaaaa yakalandım! =)))
Sürprizler ve gizli saklı işler konusunda hiiiiiçç mi hiç yetenekli olmayan ben, blogu açık bırakıp laptop'ı uyku modunda bırakıncaaaa... 
Tahmin etmek zor olmasa gerek, açar açmaz karşısına gelmiş! =)))
Sabah "Canımm?! Sen blog mu yazıyodun?!" diyince bir sürpriz girişimim daha hüsranla sonuçlandı.. 
..Daha diyorum zira ben sürpriz konusunda ne kadar beceriksizsem, sevgilim de o  kadar büyük bi tahmin gücüne sahip!
Tahmin et demeye hiiiç gelmez, gözünün yaşına bakmaz, BİLİR! Sen uğraşırsın, didinirsin,  1 senelik emeğin sonunda hediye hazırlarsın... "Sen kesin bunu bunu yaptın banaa!" der. Kendisi de inanmaz söylerken ama ilginç bir şekilde tutturur..Kalbi çok temiz galiba.. =))) 
Neyse...Madem yakalandık, yapıcak bir şey yok... Ama elbet bi gün ben de sürpriz yapabilicem! Bak gör kocacım!.. =)))


10 Ağustos 2010 Salı

Emek hırsızlarına sevgilerimle (!)

Hani insan çok istediği bir şeye kavuşunca bööööyle bir rahatlar ya.. Öyleydim Şubat'tan beri.. Şubat'a kadar insan üstü çabayla çalıştıktan sonra başka yoğunluklarda işin içine girince kendi işlerimden uzaklaşmıştım biraz.. O arada yükseklisans dersleri, nişan, finaller, evlilik, bölüm işleri derken, kendi kariyerime bakamaz olmuştum kiii bugün silkinip kendime geldim.
Bildiri özetimi yazıp gönderdim, heyecanla kabul bekliyorum şimdi.. 

Neyse efendim, iş güç bunlar, geçelim.. 
Gelelim bugün dedikodu ve sinir katsayımı tavan yaptıran olaya... 
Malum geçen ay evlendik.. (şaka maka da bir ay oldu hani) Ayçi'm ve Ceyda'm fotoğraflarımı  çektiler, o gün bugün kopamadık.. Yok konu bu değildi.. 
Düğün sabahı kuaförde bizi bi kız karşıladı. Ben de Aylin beni çok sorunlu gördü, önden birini gönderdi heralde dedim.. :P
Kıza kimsin diyorum, Aylin nerde?! Cevap yok..
Aylin'in arkadaşı mısın diyorum, cevap yok...
Neyse kızın ne olduğunu anlamayı boşverdimi, Aylin ve Ceyda'yı buldum.. O an çölde su bulmuş gibi oldum, bi sevinç, bi hoplama, zıplama.. Kuaföre dönünce öğrendik ki kızcağızımız kuaförle anlaşmış,o günkü 12 gelini çekecekmiş.. 
Bize ne dedik ama başımıza geleceklerden haberimiz yok tabii.. Kız her an dibimizde.. Dünya kadar spotun olduğu bi ortamda şakır şukur flaş patlata patlata çekiyor. Kendi emeği olsa canımı yesin, yeni başlamış ablası, bilmiyor dicem ama yok! Aylinle Ceyda'nın her karesinde diplerinde.. Çat çut flaşlarla kızların karelerine tecavüz etmeler, fikir hırsızlıkları falan.. 
Ayakkabının altını yazarken bi an makina görünce sırıtıp "hııııh" diye önüme döndüğüm karede Ayçi sinirden gülme krizine girdi, yerlere yattı, o derece!

Hadi çok iyi niyetliyiz, onu da affettik diyelim ama sonra Ceyda'nın imzasını taklitler, bizim düğünden sonra her gelinin eline photoshopla balon tutuşturmalar (onu da eline yüzüne bulaştırmalar..), canım arkadaşlarımın sevinç çığlıklarıyla çektiği aşağıdaki kapılı kareyi taklit etmeler.. (onu da eline yüzüne bulaştırmalar.. )


Esinlenme dicem, değil.. Düpedüz taklit.. Esinlen, üstüne bi şeyler ekle, daha güzelini sen çek.. Ama yok!
Bir de bunu söyleyen insan fotoğraflarını etiketleyerek kullanmamı ve onu tavsiye etmem istemiş benden!
He gerçi Aylin ve Ceyda makinalarını atıp emekli olmadıkları sürece öyle bi şey zor ama saygı bekliyorsan, saygı göster.. 
Kişiye değil, emeğe.. 
Meslek edindiysen ahlakını da edin.. Ne güzel bak! Mühendislere mühendislik etiği dersleri veriyorlar. Fotoğrafçılık etiği yok mu memlekette?! 
Dersini almana da gerek yok, kendini meslekdaşının yerine koy yeter!..
Bilmem anlatabildim mi?!

Oooooohh! Döktüm içimi rahatladım! Ya bi de "Hikaye fotoğrafçılığında DAMPINGGG!" masallarına kanmayın gelin adayı arkadaşlarımmm.. Duygu olmadan, tüccar zihniyetlilerle olllmaz bu iş!
Mutlu etmez, sıcak olmaz, bakarken hatırlayacağız bi milyon anınız olmaz...
"Ne kadar ekmek o kadar köfte" mantığıyla çekilen fotoğrafları kim ne yapsın!?! 
Pehhhh!

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Teknolojiye düşman olabilirim her an!...


Yarın son gün... Düzenleme kurulunda olduğum bir sempozyuma son başvuru gününde katılmaya karar vererek saflık yapmış olabilirim, evet!.. Ama bu lazım olan dosyanın hiçbir flash disk'te olmamasını, dosyalar içinde kaybolmasını gerektirir mi?! 
Gerektirmemeliydi...
Ama..
YOK!

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Lanetlerden uzak bir Cumartesi... Sonunda.. =)


Bu sabah gerginlik yoktu..Çok şükür hiçbir elekronik alet bozulmadı, teknik servislerle saatler süren çekişmeler yaşanmadı! =)) 
Aksine bir haftadır peşinde koştuğumuz televizyonumuz şu anda geldi! Canım kocam sevinç halinde adamlara televizyonu kurduruyor.. 
Bu sıcakta evden çıkmak da pek akıl karı olmadığına göre sanırım şimdi koltuğumuza kurulup film izleme zamanı! =)))

6 Ağustos 2010 Cuma

Hastalıklardan sonra gelelim sakarlıklara.. =)

Evet evet! Sakarım ben.. Çooook hem de! 
Bu yeni bi şey de değil  üstelik.. Ben kendimi bildim bileli sakarım! Her gittiğim şehirde en az bir kez düşerim... Dizlerim yara bere içindedir hep, ayaklarım burkulur sürekli.. Ellerimde kesikler ve vücudumun muhtelif bölgelerinde yanıklar!..
 Başucu kremi gibidir "Silverdin" benim için. Her daim mutfaktadır.. Ve yedeği de bulunsun diye fazla fazla aldığım nadir şeylerden biri de yarabandı!..
Geçenlerde fırına yapıştı bacağım, bi silverdin sürdüm, önemsemedim! Çocukken de davul fırına ve gaz sobasına yapışmıştım zaten.. Alışığım kısacası.. 
Dün akşam işten geç gelip aceleyle mutfağa girince önce tavanın sapına yapışmak suretiyle yandım.. Silverdin bile dindiremedi bu sefer.. Tam yanığı atlattım derken şimdi de rondonun bıçağıyla elimi kestim! Tam mutfağı toplarkeen carrt diye kesti elimi! 
Neyse 15 dakikada durdurdum kanamasını ama annemi istedim çok.. Olsaydı "Ne sakar şeysin kızım sen yaa!" derdi hemen =)
Hala sızlıyo içten içe.. 

Demek ki neymiş; kullanma kılavuzunda yazan "Dikkat parçalar kesicidir!" ibaresini dikkate almak lazımmış... Artık rondo fobim var, duyrulur! =)

5 Ağustos 2010 Perşembe

Çölyak ve Laktoz İntoleransı... Gidin başımdan.. Ben size göre değilim!..

Çölyak'a karşı açtığım savaşı bugün kaybettim.. O da yetmedi laktoz intoleransım beni yere serdi, ayağıyla da üstüme bastı!
Yok yok! Aslında savaş yeni başlıyor..
Yaklaşık 3 aydır "doktorumun sözünü daha ne kadar çiğneyerek yaşayabilirim" deneyi yapıyordum.. Ama ağrı, sancı, şişkinlik ve bitmek bilmeyen ishale daha fazla dayanamayacağımı anladım.. Bugün son günüm.. 
Bu çölyak başa bela bi şey.. Bilen bilir, bilmeyenlere de ben açıklayayım;
Çölyak bağırsağın Gluten denen proteine karşı verdiği tepki, ömür boyu süren bir allerji durumu.. Gluten içeren maddelerin alınmaya devam edilmesi bağırsak florasının bozulmasına, gıda emilimin azalmasına, bağırsağın yüzölçümünün azalmasına ve daha sonra vücutta bazı maddelerin eksilmesinin getireceği pek çok hastalığa yol açabiliyor. 
Ne yapmalı?
Gluten içeren hiçbir yiyeceği tüketmemeli. Bunlar arpa, buğday, çavdar, yulaf gibi tahıllar başta olmak üzere, hazır satılan pek çok yiyecekte kullanılan katkı maddelerinde de görülebiliyor. 
Bu ne demek? Ekmek, makarna, un ve unlu mamüller, alkol vs..  hepsiyle vedalaşıyoruz. Yetmiyor, alışverişte deli gibi karton kutuların, şişelerin, konservelerin üstünü okuyor, bunun için bütün o E1231910948 şeklinde uzayıp giden kodları ezberliyoruz. Glutensiz un denen pirinç unundan bozma unla ekmek yapıyoruz, olmadı mısır unuyla idare ediyoruz. Makarna isteğini kayış gibi mısır makarnasıyla gideriyoruz. Pastahaneleri sadece koklayabiliyoruz..  Sosyal ortamlardan uzak duruyoruz ki "hadi bi kadeh içiyim"ler üst üste olmasın. (Ayda bir içebiliyoruz.)
Hadi çölyakla barıştık diyelim! O laktoz intoleransı... İnek ve koyun sütü ve ürünlerini tüketemediğiniz bir durum. Keçi sütü, keçi peyniri var yerine.. Keçi sütü bakkal amcamızda, en yakın orta halli marketlerde falan bulunmuyor. Zaten şekerli gibi bir tadı olması beni kendinden soğutmak için yeterli bir sebep... Peyniri fena sayılmaz ama peki ya yoğurt?!
YOK!
Manda yoğurdu bile var da şu İstanbulda, keçi yok! Evde yapma gafletine ise sadece bir kere düştüm! Su gibi, pütürüklü bi şey!.. Özellikle benim gibi peynir ve yoğurtsuz yaşayamayan insanlar için çölyak'tan da beter bu!
İşkencem keşke bununla sınırlı olsa.. Reflü ve Gastrit de bunlara eşlik edince besin listem bir A4 kağıdın yarısından biraz fazla.. Sebzeler, meyveler.... Onların bile bir kısmı!

Çölyak ve laktoz için pollyannacılık oynamak gerekirse, küçücük çocuklarda daha çok görülüyor. Gel de çocuğa anlat glutensiz yaşamı! Kreşte doğum günü partisi olsun ama o pasta yiyemesin.. Herkes yumuşacık ekmeğe reçel sürüp yerken, o baksın.. Çikolatadan, abur cuburdan uzak dursun..
Çocuklara daha doğrusu çölyakla mücadele eden annelere Allah sabır versin...


Merak edenlere birkaç not: Glutensiz ekmek, kurabiye ve pastalar Halk Ekmek'lerde bulunuyor. Bir de Avrupa Yakasında bir pastahane olduğunu duydum ama daha test etmedim. 
Gerçi glutensiz olsa da keçi sütüyle mi yaptı bakalım?! Benim gibiler için o da risk.. En iyisi evde yapmak..
Mado'nun keçi sütüyle yapılmış dondurmaları varmış..

Araştırmalarım sonucu aldığım bilgiler bunlar.. Gerçi anneler bu konuda benden daha profesyonel.. Çölyak'ın acemisiyim hala..


3 Ağustos 2010 Salı

Buldum'cuk!


Sanırım ben buldumcuk olma yolunda ilerliyorum hızlı adımlarla.. Hani evlendim ya.. Çoğu insanın yapıp bi daha da üstüne basmadıkları bi eylem hani.. Henüz çok yeni olduğundan mı nedir, üstüne basa basa söyleyesim var =)) Ev-len-dik! 
En çok korktuğum şey de başıma gelmedi zaten! Eskisinden farklı olmadı hiçbir şey.. Çabuk alıştık bir olmaya, birlikte yaşamaya..
Sadece bizim için değil, ailemiz,arkadaşlarımız için de geçerli bu! Onlarda alıştılar.. Bir kişi hariç.. Sanırım bir tek annem alışamadı bu duruma...Ben de annemsiz bir eve... Onun da çok kolay olmayacağının farkındaydık zaten ama..
Neyse, gözleri doldurmayalım! Ne diyordum?! 
Buldum'cuk!
Etrafımda sürekli "kocacım, kocacım" diye gezip evlilikten bahseden kadınlara laf ederken, onlardan biri mi oluyorum acaba?! 
=))

                                                            

  notcuk: imzası çıkmamış ama ceyda'm çekti bu fotoğrafımızı..
favorilerimden.. 
=)))


2 Ağustos 2010 Pazartesi

Bunaltı!

Evet evet.. Bunaltı! 
Yaz günü bomboş okulda oturmanın verdiği his bu! Bunalmaya neden olan sıcak ve ona eşlik eden mide bulantısının birleşimi.. 
Bugün bitmez!..